Amerika’da Doktora Yapmak – 2

İlk yazımdan sonra bloğumda “Satır Arası” başlıklı bir yazı yayımladım. Kendimi ve benim gibi olan birçok kimsenin hikâyesini anlatmak için. Bu yazıyı okuyan ve İstanbul’da bir üniversitede doçent olan bir büyüğüm -aynı zamanda iyi bir arkadaş- “Türkiye’ye döndüğünde sana değil doçentlik, araştırma görevlisi kadrosu bile vermeyecekler” dedi. Ben de bunu önemsemediğimi; çünkü buraya geldikten sonra bilime, insanlara ve hayata bakış açımın nasıl değiştiğini ona anlattım. Şimdi sizlerle de paylaşayım:
Yaklaşık bir buçuk yıldır Amerika’dayım, ancak gerçek anlamda bilime dâhil olmam, doktoraya başlamamla mümkün oldu. Yani şunun şurası iki ay. Ne mi öğrendim?
-Zaman Yönetimi: Hayatımda ilk defa telefonuma takvim uygulaması indirip aktif olarak kullanmaya başladım. Neden mi? Her şey ve herkes o kadar planlı ki bir dakikayı bile boşa geçirmemeniz gerektiğini hissettiriyorlar size. Amerikalıların deyimiyle “time is money!”. Ayrıca burada her şey e-maillerle oluyor. Kimse sizi arayıp da “hadi şu işi yapıver” demiyor ansızın. Hocalarınızla görüşmeleriniz planlı. Ola ki unutursanız ki ben ilkini unutmuştum –o zaman uygulamayı kullanmıyordum- , hocanız gayet makul karşılıyor. Size anlayış gösteriyor, ancak siz biliyorsunuz ki kendi kredinizden tüketiyorsunuz. Bunun için silkelenip, geldiğiniz kültürde böyle bir şeyi kontrolünüz dışındaki etkenler nedeniyle yapmamış dahi olsanız, şimdi öğrenmeniz ve uygulamanız gerektiğini fark ediyorsunuz. Günlük hayatta bile her şey planlı. Arkadaşlarla buluşmak, gezmek, spora ya da alışverişe gitmek… İnsanlar eşleriyle bile kendi takvimlerine göre plan yapıyor. Güzel mi?! Bence evet! Çünkü sürprizler yok hayatınızda. Herkes kendisine ayrılan zaman kadarını kullanıyor. Kimse sizi ekstra ve gereksiz işlerle tüketemiyor. Kendinize daha çok vakit ayırabiliyor; zamanınızı daha verimli kullanabiliyorsunuz. “Ama çok bireyci ve bencilce” diyen arkadaşlarıma soruyorum: En son kendiniz için ne yaptınız? Ve ne zamandı? Ya da yapmak durumunda kaldığınız bir iş size verildiğinde, aksayan işlerinizi tamamlamak için kaç günü uykusuz geçirdiniz?
![]() |
Amerika’da Doktora Yapmak – 1 |
-Asistanlık: Türkiye’de asistan olarak yaklaşık üç yıl çalıştım. Burada da doktoraya kabul aldığımda asistanlık için başvurdum –ki onun süreci ayrı- ve kabul edildim. Bölüm başkanıyla ilk toplantımızda yüzümdeki ifadeyi görmenizi –ben de kendimi görmeyi isterdim doğrusu- isterdim. Türkiye’de asistansan, sekretersin, memursun, her şeysin! Asistan arkadaşların çoğu sıklıkla “senin işin önce bu işler-sekreterya vb.-, bunun için para alıyorsun, sonra master ya da doktora eğitimin” sözünü duymuşlardır. Oysa ilk buluşmamızda bölüm başkanı bana aynen şu sözleri söyledi:
Senin işin doktora öğrencisi olmak, asistanlık sonra gelir. Kendi işlerini, ödevlerini bitirmeden; düzene koymadan asistanlıkla ilgili hiçbir şey yapmanı istemiyorum. Bizim için önemli olan senin akademik başarın. Sonra asistanlığının karşılığı olan süre kadar çalışmanı istiyorum (J1 vizesiyle bir haftada maksimum 20 saat çalışabiliyoruz). Asistanlığın (benimkisi araştırma –research- üzerine bir de teaching olanları var) saat olarak ne kadarsa o kadar çalış. Sakın fazlasını yapma!
O an sanırım bundan birkaç yıl önce Kurban bayramımı Bologna ile uğraşarak geçirdiğimi; bayram yapamadığımı hatırlamış olmalıyım ve suratımda şaşkın bir ifade belirmiş olmalı ki bölüm başkanı söylediklerini anlayıp anlamadığımı tekrar sorma ihtiyacı hissetmişti. Oysa ben geçmişe gidip, içimden koskocaman bir “Vay be!” demiştim. Üstelik asistanlık için yaptığım iş tamamen araştırmaya dayalı bir süreci kapsıyor ve beni alanımla ilgili düşünmeye sürüklüyor. Çalışma üzerinde kat ettiğim yolu düzenli olarak rapor ediyorum. Ayrıca danışmanım ve bölüm başkanıyla buluşup; araştırma üzerine tartışıyoruz. Bir araya geldiğimiz toplantılarda da fikir beyan ettiğimde kimse bana “asistansın, unvanın kadar konuş” demiyor –bu sadece benim araştırmamla ilgili değil diğer toplantılar için de geçerli-. Herkes birbirinin fikirlerine saygı duyuyor; hep birlikte önerilerin nasıl geliştirilebileceği üzerine kafa yoruluyor. Yaptığınız işlerde, iyi bir iş çıkarmışsanız sözel olarak destekleniyorsunuz. Kimse önerilerinize burun kıvırıp affınıza sığınarak söylüyorum sizi “eziklemiyor”. Öneriniz kötü, uygulanamayacak bir öneri olsa dahi olumsuz bir dönüt almıyor; aksine “neden… şeklinde yapmayalım?” gibi önerilerle alternatif yolları bulmanız sağlanıyor.
-Kritik Yapma ve Eleştirme: Bu iki kavram arasındaki farkı öğrendim. Bunun günlük yaşamda da akademik hayatta da ne anlama geldiğini çok net görüyor; nasıl yapılması gerektiğini anlıyorsunuz. İnsanları eleştirirken; iğneyi kendinize nasıl batırmanız gerektiğini size olumlu cümleler kurarak gösteriyorlar. Buradaki ilk yılımdan sonra yaz tatili için Türkiye’ye döndüğümde aradaki farkı görmem mümkün oldu. Türkiye’de herkes ve her şey çok “negatif”ti benim için. Gözlem yaparken fark ettim ki herkes birbirini acımasızca eleştiriyor; hatta bazen eleştirinin dozunu kaçırıp kırgınlıklara neden oluyor.
-Motivasyon: Herkesin var olma sebepleri, hayatla ve gelecekle ilgili amaçları var. Kimseyi eleştirmemekle birlikte, danışmanıma yazdığım özdeğerlendirmelere dayanarak şunu söylemeliyim ki ben ilk doktoramı yaparken gerçekten amaçlarımın farkında değilmişim. Benzer durumda olan arkadaşlarımı ve sohbetlerimizi de hatırlayınca bizim için doktora yapmak; unvan sahibi olmak, iş sahibi (yardımcı doçent kadrosu) olmak, 50/d’den kurtulmak gibi anlamlar ifade ediyormuş. Doktora sürecinin tadını çıkarmak ve bilgiyle beslenmek yerine gelecek kaygılarıyla yaşıyor; sürekli “bir an önce bitirme çabası ve yarışı” içine giriyormuşuz. Şimdi bana “ne çok biliyorsun, Türkiye’deki koşulları bilmiyormuşsun gibi konuşma” diyen arkadaşlarımın sesini duyuyor gibiyim. Koşulları ben de biliyorum. Ancak ben kendime dışarıdan bakmayı buraya geldikten sonra öğrenebildim. Bu yüzden farkındalıklarımızın motivasyonumuzu ve hayatımızı etkilediğini görüp, hayatımda değişiklikler yapmaya başladım. Kendimi daha bi sevdim mesela. Beni hayatta tutan değerlere daha çok sarıldım. Ofisimde ve evimde bana kim olduğumu hatırlatan unsurları bulundurmaya özen gösterdim. Bunun yanı sıra doktoraya başladığımda söylenen ilk şey: “Negatif insanlardan uzak dur!”. Doktora zaten başlı başına fedakârlık gerektiren, özveride bulunulan bir süreç. Kimse alnınıza silah dayayıp “doktora yap” demiyor. Sizinle aynı koşullarda olup doktora yapan/yapmış olan arkadaşlarınızın sizi bilmediklerinizden, bilmek istediklerinizden, yaptıklarınızdan ya da yapmak istediklerinizden ötürü “acımasızca” eleştirmesine izin vermeyin! Ya da bir diğer deyişle “arkadaş” dediğiniz kişilerin sürekli negatiflikleriyle sizi boğmalarına ve motivasyonunuzu düşürmelerine, onları ve söylemlerini görmezden gelerek engel olun!
-Mutluluk: Ben mutluluğun gerçek anlamını buraya geldikten sonra keşfettim. Neden mi? Bizimki gibi ataerkil toplumlarda, hele de bayansanız, hep bir başkasını mutlu etmek için yaratılmışsınızcasına sizden beklentiler, dolaylı ya da doğrudan, bir şekilde dile getirilir. Zaten büyüklerimiz de bizi böyle eğitmiştir. Kendinizden önce başkasını mutlu etmenin; onlar için yaşamanın erdem olduğu düşünülür genelde. Peki, kendisiyle barışık olmayan, mutlu olmayan biri başkasını nasıl mutlu eder? Buraya geldiğimde kendimle baş başa kalma fırsatını buldum. 30 yaşını geçmiş ve yolun yarısına yaklaşmış birisi olarak, dönüp geçmişe bir baktım ve sordum kendime “bugüne kadar kendin için ne yaptın?”. Tek bir şey yapmıştım: Amerika’ya gelmek! O da hayata, insanlara ve kendime olan bakış açımı değiştirmeye yetti. Hâlâ mutluluğu neyde bulduğumu soranlara gelirsek, cevabım: Kendimde. Peki, bu sadece hayatla ilgili mi? Tabii ki hayır! Neden doktora için Amerika’ya geldiğimi sorguladım; doktoranın benim için ne ifade ettiğini, kısa ve uzun vadeli hayatla ilgili beklentilerimin ne olduğunu. Geçenlerde birkaç arkadaşla doktorayı bitirince iş bulamazsak ne yapacağımızı konuşurken, iç sesimin bana verdiği cevabı yüksek sesle söylediğimi fark ettim: “En iyi yaptığım şey, yemek yapmak. Hiçbir şey olmazsa restoran açar; yemek yaparım”. Sonra geçtiğimiz yaz, daha önce aynı kurumda birlikte çalıştığımız asistan bir arkadaşımla aramızda geçen diyalog geldi aklıma. Kendisi de doktora öğrencisi ve Türkiye’de alanının en iyilerinden bir hocayla çalışıyor. Hocası da daha önce Amerika’da eğitim almış ve akademik çalışmalar yapmış, başarılı birisi. Hocası derste Amerika’ya gelen Türklerin nedense emeklilik hayallerinde bir sahil kasabasında yaşamak, otel ya da restoran işletmek vb. olduğunu ve bunu garipsediğini söylemiş. Ben de bunu onayladığımı ve benzer düşüncelere sahip olduğumu söyledim. Tabi hocanın bunu söylemekteki gerekçesi “devlet bu insanlara bilim yapsınlar diye yatırım yapıyor, burs veriyor –bazılarımız kendi imkânlarıyla geliyor ya da buradan burs kazanıyor tabi-. Neden dönünce idealinde bilim yapmak yerine, bir sahil kasabasında huzuru aramak var?!”. Bu soru kesinlikle “Türkiye’de bilim” başlığı altında yazılan tüm köşe yazılarını, eleştirileri ve istatistiksel verileri yeniden sorgulatıyor. Geçenlerde okuduğum birkaç köşe yazısında Türkiye’de doktoranın sefaletinden, akademik koşullardan, bilimin kalitesinden bahsediliyor; yazının altına –kuvvetle muhtemel akademisyenler- yazının doğruluğunu onaylayan yorumlar yapılıyor. Ancak herkes Türkiye’deki akademik camiadan, yayın kalitesinden, doktora programlarından, tezlerin niteliğinden şikâyetçi ve umutsuz. Neden?
Son olarak şunu belirtmeliyim ki ülkemizde yabancı dil eğitimi içler acısı. Ben sözüm ona Anadolu Lisesi mezunu bir öğrenci olduğum ve buraya geldiğimde Ivy League okullarından birinde bir yıl dil eğitimi aldığım halde hâlâ acı çekiyorum. Türkiye’de Anadolu’daki üniversitelerden birinden mezun oldum. Liseden sonra lisans hayatım boyunca kullanmadığım yabancı dilim fazlasıyla körelmişti ben master ya da doktoraya başladığımda. YDS gibi sınavların, sizlerin de bildiği gibi, yabancı dil yeterliliğinizi ölçmekten çok uzak olduğu bir gerçek. Burada, derslerde bildiğiniz şeyleri söyleyememek, konu hakkında yorum yapamamak bir doktora öğrencisi için ne kadar acı verici tahmin bile edemezsiniz. Dahası atalarımız boşuna dememiş “ağaç yaşken eğilir” diye. Her gün en az 10-20 yeni kelime görüyor, yazıyor, öğrenmeye çalışıyorum; ancak emin olun olmuyor. Belli bir yaştan sonra bazı şeyler zaman alıyor. Neyse ki her zaman, annemin sıklıkla söylediği özlü sözü kendime hatırlatıp “hiçbir şey için geç değildir” diyorum kendi kendime. Sizin de hiçbir şeye geç kalmamanız dileklerimle…
http://sinemissinem.tumblr.com/
blogunuzdan size ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım. Dil ile ilgili tecrübe ve tavsiyelerinize ihtiyacım var.
Merhaba Osman,
Akademikpersonel.org dan ozel mesaj gonderebilirsiniz. Blogtan da ozel mesaj gonderebiliyorsunuz. Buradan da cevaplamaya calisirim sorularinizi iletirseniz. Ancak dili nasil gelistiririm diye sorarsaniz o tamamen kendi cabaniz, buraya geldigi halde dilini gelistiremeyen arkadaslarimiz da var. Bizler de dil okulunda Turk arkadaslarla bir aradaydik hep. Oyle olunca dil gelismiyor maalesef. Denize dusmeden yuzme ogrenilmiyormus bir kez daha anlamis olduk.
Saygilar
Bu bilgiler bizim için çok önemli ben özellikle Siyaset Bilimi alanı için gerçekten doktoraya gelmek istiyorum çok iyi bir üniversiteden 3.80 üstü yüksek lisans ortalamam var ve lisans puanımda iyi ama burs çok arıyorum acaba amerika da asistanlık ile okul ve yaşam giderleri karşılanabilir mi sonra da perişan olmayalım maddi anlamda harcayacak param olmayacak bu arada yaşım 25 doktoradan sonra kalma yolları mümkün mü Amerika da bunun la alakalı bilgi sahibimisiniz yoksa ülkeye dönüp işsiz kalmak o yaşta sanırım benim için direk intihar olur çünkü hiç bir ahbap çavuş ilişkisi geliştireceğim hocam yok ayrıca elimde 90 toefl var ama GRE sınavı bana saçma geldi ülkemizde ki zaten matematiği alesten 83 alarak yırtınıp zor aştık orda ki nasıl olacak bilemiyorum bir sonra ki yazınızda geniş anlamda yaşama ve beyin göçü gibi fırsatları içeren bir şekilde ele alırsanız sevinirim
Merhaba FRODO,
Ben 32 yasimdaydim Amerika’ya geldigimde. Hic bir sey icin gec degil! Bunu unutmayin lutfen. Amerika’da Doktora Yapmak-3’u yazdim bile. Pazartesi gunu yayinlanacak diye biliyorum. Okuyun lutfen. Ancak kismen de olsa sorulariniza cevap bulacaginizi dusundugum bir yazi. 4. yazida gecinmek uzerine detaylara yer verecegim. Gozunuzu korkutmayin lutfen. Zorlandigimiz oluyor bazen maddi olarak, evet ama bu vazgecmek icin sebep degil. GRE doktoraya kabulde tek etken degil, bu yuzden yapabildiginizin en iyisini yapmaya ozen gosterin. Doktora sonrasi imkanlar icin de bilgilere yer verecegim gelecek yazilarda. Takip etmeniz dileklerimle.. Yolunuz acik olsun!
Saygilar
Guzel yazi, altina imzami atarim. Dogrudan “yazara” yorum yapanlar icin soyluyorum, yorumlarinizi buradan degil, yazarin bloguna giderek oradan yapiniz…
alın size işte yeni türkiye,alın da başınıza çalın bu türkiyeyi…çaresizlik türkiyesi,sadece %10’nunun mutlu olduğu türkiye..
Maddi durumu iyi olan ve dahada önemlisi bunun değerini iyi bilerek ailesiyle şükür ederek yaşayan insan her yerde rahat yaşar bu bir gerçektir. Bugün akademisyenler 3500-5000 arasında kazanıyorlar. Ama bir tezat durum var bu ülkede. Bugün ilkokul mezunu bile olsa bu ülkede 4000 den fazla kazanabilen büyük bir çoğunluk var. Kapitalist bir ülkede bu durum böyle. Yani ülkemizde eğitimli olmak bazen faydalı olan bir durum ama geçim konusunda eşdeğer değil maalesef. Hak ettiğini kazanan eğitimli bir nüfus yok ülkemizde. Ancak eşiyle birlikte çalışan bir çift kalburüstü bir gelire sahip olabilir.
Bu durumda insanları ister istemez para kazanmanın peşinde koşturuyor. İnsanlığımızdan çıkıyoruz ve zaman geçtikçe insanoğlu bir “maddeye ve robota” dönüşüyor. Sürekli iş yetiştirme telaşı, makale okumalıyım, yds sınavı var, evimin geçimi var vs. Bu süreçte insanın “kendisini keşfetmesi” mümkün değil.
Merhaba Ali Bey,
Ben Amerika’ya geldikten kisa bir sure sonra akademik zam yaptilar ki azimsanacak bir meblag degildi bence. Ekonomi alanim olmadigi gibi enflasyon oranlarina gore maaslarin durumuna iliskin degerlendirme yapmak da haddim olmayacak. Ancak yorumunuza katiliyorum. Bir insanin akademik calisma yapabilmesi; kendini isine verebilmesi icin maddi kaygilardan arinmis olmasi gerekiyor. Umarim yakin gelecekte Turkiye’deki akademisyenler de o denli refah duzeyini elde ederler.
Saygilarimla
sen türkiyedekileri adında prof veya doç var diye akademisyen mi zannediyordun.Gerçekten öyle olsalardı o parayı onlara verirlerdi.;Yaptıkları iş düz memurluk değilse ee peki başarı bunun neresinde,başarı umudu dahi yok.
Ylsy ile mi gittiniz?
Merhaba US,
Evet YLSY ile geldim. Ancak kismi burslu ogrenci olarak egitimimi surduruyorum.
imza atcak kefil olacak bir yakınım olmadığı için bursa başvurmaya kalkmadım bile 🙁
Kesinlikle bir formulu olmali! Basvurmalisiniz! Kefil konusunda ben de cok zorlanmistim. Ancak bir yakinim yardimci olmustu; son dakikada oldu hersey. Amerika’da master ya da doktora yapmak istiyorsaniz bursla gelmek basvuru surecini ilk asamada kolaylastiriyor. Dilerim gonlunuzce olur.
merhaba,
GRE puanlarınız nasıldı acaba?
Merhaba None,
Alanim egitim. Acikcasi cok hirsli bir insan olmadim bugune kadar. GRE icin de cok efor sarf edip calistigimi soyleyemem, buradaki universiteye giris kosullarinda tek ve en onemli etken olmadigi icin. Sorunuzun cevabi icin sadece Quantitative Puanimi soyleyeyim: 163 almistim. -Verbal berbat cunku, hicbir zaman ezberleyemedim o kelimeleri- 🙂
Umarim bilgi sizin icin yeterlidir
Saygilar
Merhaba,
Cevap için çok teekkür ederim, benim de alanım eğitim , daha önce Amerika’da yl yaptım, bu yüzden tek etkenin o olmadığını farkındayım. Ne yazık ki benim istediğim ünilere alınan kişilerin ortalama puanları yüksek, verbal çok önemli şu an benim için, o yüzden merak ettim. Siz sakıncası yoksa hangi üniversitedesiniz acaba?
Yeniden merhaba None,
Ben orta karar bir universitedeyim. Ismini vermek istemem ancak midwest’de ve egitim alaninda da siralamada ilk 50’de olan bir universite. Ben danismanim alanda -alan da cok yeni oldugu icin- cok iyi oldugu icin bu okulu tercih ettim. Tabi bir de asistanlik aldigim icin. Dilerim yardimci olmustur bu bilgi
Basarilar
oradan masal anlatmak kolay. Gel de burada ver savaşını da görelim.Sen doktoralı olarak burda restaurant aç da düş bakalım tüm akraba-i taallûkat.ın diline. oradaki saltanatın ancak vizen bitinceye kadar sürer.Buraya geldiğinde senn de anlarsın bu kadar insanı.Bu kadar adamlar aptal değil,durumumuzun çok kötü olduğunu anlayamayacak kadar.biz de biliyoruz.Mecburen türkiyede yaşıyoruz işte.
Merhaba Iclal Aydin,
Guzel yorumlariniz icin gercekten tesekkur ederim. Benim icin yazilara yapilan her yorum degerli. http://sinemissinem.tumblr.com/ blogda yer alan “satir arasi” baslikli yaziyi da okudunuz mu? Eger okumadiysaniz okuyunuz lutfen. Ben de siradan bir ailenin cocuguyum ve nereden geldigimi unutmadan, kulturumuzun degerleri ile buyutuldum. Ayrica burada gercekten saltanat surmuyoruz. Nedenleri ile yazacagim bir sonraki yazimda. Simdiden sizden rica ediyorum okumanizi. Ayrica ben ulkedeki kosullari elestirmiyorum; sadece iki ulke arasindaki farkliliklari kendi gozlem ve deneyimlerime dayanarak aktarmaya ozen gosteriyorum, geriden gelen ya da gelmek isteyen gencler icin de fikir verici olmasi acisindan. Umuyorum sizin de dediginiz gibi doktorayi saglikla bitirir; Turkiye’ye gelir, mucadeleme orada da devam ederim. Zaten “Satir Arasi” baslikli yaziyi okuyunca benim mucadelemin nerede, ne zaman ve nasil basladigini anlayacaginizi umit ediyorum.
Saygilarimla
Sayin Iclal Aydin, lütfen trollük yapmayi birakin. Böyle bahane mi olur Allahaskina! Neymis adamlar aptal degilmis…Hayir efendim, kendim de tr.de akademik hayatin icinde bulunmus biri olarak söylüyorum, sistemin cogu aptal! Ayrica mecburen yasamak sistemin kölesi olup ona evrilmek icin bahane degil! Size tavsiyem bir doktora görünmeniz ve icinde bulundugunuz eziklik psikolojisinden kurtulmaniz. Saygilar
Başarılarınızın devamını diliyorum. Çok güzel anlatmışsınız. Amerika’daki sosyal yaşamdan da bahseden bir yazı yazabilir misiniz acaba? ( kalacak yer, ev kiraları, komşularınız vb.)
Guzel dilekleriniz icin tesekkur ediyorum. Bir sonraki yazida kismen de olsa deginmeye ozen gosterecegim.
Saygilar